Müzik
18 Ekim 2014 Cumartesi
Bir Uluslararası Hukuk Meselesi , IŞİD’e Karşı Mücadele
IŞİD’in Irak ve Suriye topraklarında gerçekleştirdiği saldırıların insancıl boyutta acil bir müdahaleyi gerektirdiği kesin. Buna karşılık, herhangi bir askeri müdahaleye girişmeden önce durumun uluslararası hukuk boyutunu göz ardı etmemek gereken zamanlardayız, zira Türkiye’nin askeri müdahale konusunda bozuk bir sicili var. Öncelikle şu an Irak ve Suriye’de IŞİD mevzilerini bombalayan uluslararası koalisyonun yasal zemini oldukça tartışmalı.
Irak yönetiminin uluslararası toplumu yardıma çağırması sonucu ABD önderliğinde oluşturulan, sayıları kırka ulaşması beklenen ancak şu an için yirmi beş devletin, askeri veya insani yardım iş bölümü içinde destek verdiği uluslararası koalisyon bu çağrıdan hareketle toplu meşru-müdafaa hakkı kapsamında operasyonlara başladı. Suriye devletinden böyle bir çağrı gelmediği gibi Esad yönetimi Suriye topraklarında herhangi bir askeri müdahaleye karşı olduğunu beyan etti ancak bu konuda uluslararası alanda çok fazla bir hareketlenme içine de girmedi.
Koalisyon güçleri bunu zımni bir onaylama olarak görüp, IŞİD ve devamında Horasan örgütü ile mücadeleyi Irak topraklarından Suriye topraklarına genişletti. Suriye devletinin açık bir çağrısının bulunmadığı bu fiili durumda, uluslararası hukukun bir başka devletin sınırları dâhilinde müdahaleye ne kadar izin verdiği tamamen tartışmalı. Yasal zemini sağlam bir müdahale için Güvenlik Konseyi’nin kararı gerekiyor, fakat Rusya ve Çin, 2011 sonundan beri veto haklarını kullanarak Suriye’yi içerecek herhangi bir müdahale projesini engelliyorlar. Koalisyon güçleri bu tıkanma karşısında yukarıdaki gibi yasal zemini tartışmalı çözümler buluyorlar ama bulunan bu formülün kendisinin sahadaki etkinliği de tartışmalı.
19 Eylül’de başlayan bombardımanın, IŞİD’in bir ayı dolduran Kobani kuşatmasını sonlandıramaması, bunun bir örneği. Bunun en önemli nedeniyse, Amerikan askerlerinin hiçbir koşulda kara harekâtına katılmayacak olmaları ve bunu da Obama’nın koalisyon güçlerinin havadan bombalama kararını kamuoyuyla paylaştığı konuşmasında görmek mümkün. Amerikan askerinin kara harekâtı düzenlemeyeceğinin kesin olduğu bu konjonktürde eğer bir ülke kara harekatı düzenleyecekse bunun da Türkiye olacağını tahmin etmek zor değil. Öncelikle komşu bir ülkeye hele de tek taraflı müdahale etmek uluslararası meşruiyeti sağlama konusunda son derece sıkıntılı sonuçlar çıkarır. Birleşmiş Milletler’in kuruluşundan bu yana bu türden müdahaleler uluslararası toplum tarafından hep mahkûm edilmişlerdir.
Türkiye’nin uluslararası koalisyona katılmak için öne sürdüğü nihai hedef olan Esad rejiminin devrilmesi koşulu ise üyeleri arasında eşit egemenlik koşulunu öngören Birleşmiş Milletler Şartı tarafından kabulü mümkün olmayan bir durum. Bir devletin (hem de komşu bir devletin) başka bir devletin rejiminin meşruiyetini kaybettiğini ilan etmesi bilinen bütün kuralların karşısına çıkmak demek. Bunun örneklerinin fazlaca görüldüğü Afrika kıtası, eski sömürgelerin bağımsızlıklarını kazandıkları günden bugüne sınır çatışmalarına sahne olmakta ve sadece Afrika devletlerinden hareketle bu türden bir maceracılığın getireceği tehlikenin büyüklüğünü görmek kolayca mümkün. Bu bağlamda içeriği, kapsamı, hedefi zaten son derece muğlak olan bir tezkerenin de uluslararası hukuk anlamında bir bağlayıcılığı ya da bir karşılığı olmadığı gibi, bir anlamı da yok. Başka bir deyişle, girişilecek herhangi bir askerî müdahalenin meşru zeminini oluşturmaz. Dolayısıyla, Türkiye’de bulunan Amerikan heyetiyle bu günlerde “eğit ve donat” taktiğini masaya yatıran, Kıbrıs gibi bir örneği yaşamış Türkiye için insancıl müdahalede bulunan bir güçten işgalci güce dönüşmek an meselesi olabilir.