
Nasıl bir ironiydi ki, Ayazma
mezarlığının Ağaoğlu’nun lüks My
World Europe projesine yol geçirmek
üzere yıkılışını anlatan yazımız gündelik
bir gazetenin Pazar ekinde yayımlandığı
gün, Karşı’nın kent ve ekoloji haberlerine
ayırdığı ve her çarşamba yazdığımız son
sayfada Ağaoğlu’nun arsız sırıtışı ile
karşılaştık!
Bezirganbahçe neresi?
Bugün My World Europe projesinin
yükseldiği Ayazma, 2007’ye kadar,
yoksulun, garibanın, zorla yerinden
edilmiş Kürt nüfusların, ucuz kiralarla
kente tutunanların eviydi. Arazi rantı artan
bölgeye, Olimpiyat Stadı’nın inşası,
sermayenin ağzını sulandıracak, Ayazma
2004’te dönüşüm alanı ilan edilecekti.
Aynı koşullarda ucuz kiralık bulamayan
kiracılar çadırlara mahkûm edilirken, hak
sahibi kabul edilenleri de yeniden iskân
edildikleri Bezirganbahçe TOKİ
konutlarında yoksulluk, yoksunluk ve hak
ihlalleri beklemekteydi. O zamanlar,
neredeyse tüm TV kanallarından,
“Yaptım oldu, burası golf sahası, şurası
havuz, burası...’’ lüks konut projesini
reklamlayan Ağaoğlu, Ayazma
kiracılarının hak mücadelelerinin de
anlatıldığı Ekümenopolis belgeselinde,
Bezirganbahçe’deki mağduriyetleri
gündeme getiren yönetmen İmre Azem’e
bön bön bakarak “Bezirganbahçe
neresi?’’ diye soruyordu.
Sürgün Mimarı
Arabalarını kadın, kadınlarını araba
bellemiş, el attığı her varlığı
metalaştırma, kentin her bir
santimetrekaresini pazarlama uzmanı,
beyaz atlı prens rolünde kentin en değerli
ormanını bir başka talan projesine
açmaya uğraşır, emsal artırımı için
iktidarla ahlaksız pazarlıklarını sürdürür,
mahkeme kararlarına da bir “yaptım
oldu!’’ çakarken, Bezirganbahçe’yi
nerden bilecekti? Alt gelir grupları, kent
yoksullarını çeperlere sürgünün mimarı,
kendini karikatürleştirerek failliğini
gizlerken, gazete sayfalarından, TV
kanallarından, billboard’lardan ve
ne yazık ki adil bir kent
sayfamızdan da yaşamımıza arsızca
sızıyor. Yarım yamalak Türkçesiyle
“My World Your World’’ paralayan
sarışın cazibesi, ağzını her
açtığında bizler kendi kentimize
biraz daha Fransız kalıyor, biraz
daha sürgün oluyoruz.
Ağaoğlugillerin projeleri kenti ele
geçirdikçe, Gezi’den inşa etmeye
durduğumuz kent biraz daha zorlaşıyor.
Özgürlük kaleleri de işgalle kurulur
Müdahale ismiyle cismiyle gazetenin
sayfasında var olurken, kelamlarımızı
reklamıyla işgal ederken yayın çizgisine
müdahale edilmese ne yazar? Nasıl bir
paradokstur ki, özgürlük kaleleri de işgal
ile kurulur, Gezi gibi. Tam da bu yüzden,
hangi düşüncenin nereyi nasıl işgal ettiği
önem kazanır çünkü işgal edilen mekân,
yaşamı da şekillendirir. Eğer
mücadelemiz adil, eşitlikçi, özgür,
demokratik bir kent ise “Bize reklam
veren hiçbir şirketi ayırmadan kabul etme
yolunu izliyor, esasen bunu yaparak
gayet normal bir strateji izliyoruz...”
sözleri, günü kurtarma pragmatizmidir.
Böyle bir strateji normalleştirildiğinde,
idealler birer ikişer çarpılanır; kaleler ve
elbette özgürlük kaleleri de içerden
fethedilir çünkü. Bu nedenle, “editoryal
bağımsızlık ve mali dengeler ayrı şeyler’’
değil, birbirlerini besleyen şeylerdir.
Sermayenin kendini aklama, yıkama ve
kamuoyu gözünde muteber kılma
mekanizmalarının akıl almaz bir çeşitliliğe
büründüğü çağımızda, bilcümle sürgün,
talan ve yağma projesine “Karşı’’
duruyoruz derken, faillerin boy boy
reklamlarını yayımlamak, bizlerin kalemi,
emeği üzerinden kazanılan okuyucuların
bu faillerin tüketicilerine dönüşmeler ya
da okuyucu gözünde failliklerin
olağanlaştırılmalarıdır ki ikisi de aynı
kapıya çıkar; değerleriniz içten içe ele
geçirilmiştir. Faust kendini şeytana bir
kez satar!
“Sarı ormanın içinde yol ayrımına
geldim /Ne yazık ki her iki yoldan da
gidemezdim / /Ve ben daha az
yürünenine saptım /Ve bütün olanlar
da bu yüzden oldu” der Frost. Gönüllü
katkımızla Karşı’da yer aldık çünkü daha
az yürünen yoldan gideceğini düşündük,
inancımızı koruyarak devam derken
umuyoruz ki eleştirilerimiz yerine gitmiş
olsun.