Müzik

5 Ekim 2013 Cumartesi

Furkan Cengiz


Tavuk Sote

“Deli, uygarlığın anti-kahramanı olacaktır.”
Gündüz Vassaf

Klik. A la la la la long. 07.23 AM. Şortum kıvrılarak külot halini almış durumda. Üst üste iki külot giymenin mantıksızlığı deneyimlendi. Klozette teknolojik aletlerle geçirilen süre yedi dakika. Geceleyin evdeki kilitlerde bir zorlama olmadığı gözlemleniyor. Posta kutusunda Zanzibar’dan gelen bir mektup yok. Eve komşu dairelerden geldiği tahmin edilen tavuk sote kokusu hakim.

Kahvaltı için mutfağa yöneldim. Dün gece yatmadan önce özenle temizlediğim masanın üzerinde bir miktar tavuk sote duruyor. Herhangi bir kabın içinde değil. Öylece masanın üzerine dökülmüş. Öncelikle yaptığım temizlikten duyduğum ferahlığı kaybettim. Sonra evin içinde koşuşturmaya başladım. Kilitler. Pencereler. Buzdolabı. Yatak. Ev gece bıraktığım gibiydi. Parkeler. Bibloların içleri. Tavuk sotenin başına oturdum. Baktım. Kokladım. Dokundum. Yemedim. Run Right Back’i duymuş gibi irkildim ve hemen üzerimi değişip kapıdan dışarı fırladım.

Bodrumdan son iki yıldır kullanmadığım bisikletimi çıkarttım. Bisikletçiye götürdüm: “Bu ihtiyarı adam et babalık!” dedim. Arkamı dönüp yürüdüm. Bisikletçi uzun yüzü, sakalları, oval gövdesi ile kovboy filmlerindeki şerifleri andırıyordu. Arkamdan 19mm bir ingiliz anahtarı fırlattı ve: “Al lan bunu, defol git! Hayvan herif.” dedi. Güneşten kopan bir ingiliz anahtarının düşüşü. Aldım bisikleti. En yakın petrol istasyonunda tekerlerini şişirdim. Yola çıktım.

Dün sabah. Kalkmadım. Dün öğlen kalktım. Ev inanılmaz derecede düzenliydi. Gökyüzü pembe. Objeler mordu. Bugün gökyüzü mavi. Objeler ise hareketli. Bugün omzumda atıp duran damarın, deli damarım olduğunu hissetmemezlikten geliyorum. Çünkü mutfak masamın üzerinde tavuk sote var. Esasında kendini deli hissetmeyen herkes delidir. Delilik meşru olmayan bir otoritedir. Delilik bireysel bir örgütlenme, seccade figürleri gibi orantısız bir galaksidir.

Bisikletim tozluydu. Bisikletim yeşil, marjinal. Bisikletim bu haliyle çok da fundamentalistti. Kaldırımlarda yürüyen insanlara en yakın mesafeden geçerek şehir merkezine doğru ilerliyorum.

Bugün, gerçeğe benzersiz bir bakış açısıyla yaklaşıyorum. Bisikletimi kullanmaya başlamam, mekanların kilit noktalarına odaklanmam, kişilerin gözlerine ve hareketlerine odaklanıp, mümkün olduğunca onları rahatsız etme isteği gibi birçok belirti bunu gösteriyor. Dün, sağda solda duyduğum ritimler dışında müzikle ilişiğim yokken, bugün en az Nietzsche kadar müziğe düşkünüm. Bugün tavuk sote. Yarın tavuk soteden sonra.

Mekan: Cep Meydanı. Tanımlanması gereksiz bir kalabalık gözlemleniyor. Kişiler arasındaki mesafe tahminen otuz santimetreyi geçmiyor. İnsanlar bu şekilde yürümeye devam ediyor. Senkronizasyon harika. İnanması güç. Ben, yani Curtis Simms, yani Sıtkı Hayat, Cep Meydanı’nın güneyindeki tepeden, meydanı seyir halindeyim. Bisikletim yanımda. Bisikletim yeşil. Bisikletim kamufle olmuş durumda. Bisikletim algıya kapalı. Onurlu. Bisiklete atlayıp, meydana doğru pedal çeviriyorum. Yeterli hızı sağladıktan sonra bisikletin üzerinde bağdaş kurup, kulaklıklarımı takıyorum. Gold On The Ceiling’in introsu. Gülümseyerek giriyorum kalabalığın arasına.

Dünkü gülümsemem, otobüsü kaçırmış bir insanın moral bozukluğunu bozuntuya vermemek için etrafındakilere gülümsemesi gibiydi. Acınasıydı. Yüzüme tükürülesiydi. Bugün bir dernek başkanı gibi, bir apartman yöneticisi gibi ikna edici gülümsüyorum.

İlk devirdiğim kişi lise çağında bir kız. Aslında o da beni devirdi. Buna devrişmek diyelim. Vücudundaki oran ve kıyafetlerindeki uyumla ismini hatırlamadığım bir filozofun uçkuruna hitap ediyordu. Ben, yerde toparlanmaya çalışma numarası yapıyorum. Kız ise üstüme başıma bakıp “İnanmıyorum, tam Amerikan tarzı!” diyor. “Hayır Morgan, çok akıllıca.” deyip, gülebiliyorum. Toparlanma numarasını tamamlayıp devam ediyorum. Kulaklığımı tekrar takıp pedallara yükleniyorum. Bohemian Rhapsody. Geldiğim yere kadar kalabalık yarılmış durumda.

İkinci devriştiğim kişinin alay konusu olmayacak kadar bir keli var. Lisedeki biyoloji hocam olduğu muhtemel. Gözlerini belertip: “Sıtkı!” diyor. “Simms.” diyorum. “Curtis Simms.” “Pardon. Eski bir öğrencime benzettim de. Kendisinin biyolojisi çok iyiydi.” Gevrek bir kahkaha atıyor. “Anladım. Ne yazık ki ben Curtis Simms’im.” “Bir akrabalığınız yok değil mi? Çünkü şu an karşımda 318 Sıtkı Hayat’ı görüyorum.” “Yok. Ama Sıtkı Hayat ismini Erzincan Üniversitesi’nde biyoloji okuduğum yıllardan hatırlıyorum. İkinci sınıftan ayrılmıştı.” “Gerçekten mi?” diyor. Toparlanıyorum. Kulaklığımı -düşmüş olacak ki- takıyorum. Unknown Brother. Pedallara yüklenirken, tekrar eski biyoloji hocama çarpma numarası yapıyorum. Devrişme gerçekleşmiyor. Sorular sorarak arkamdan gelmeye çalışıyor. Bir şeyler bekliyor. Çünkü insanları aldıkları sonuçlar değil övgüler memnun eder. Arkamdaki vadide sürünen bir böcek.

Gülümseyerek pedal çeviriyorum. Çünkü pedal çevirmek hoşuma gidiyor. Çünkü gülümsemeyi seviyorum. İnsanlar bana bakıyor neden? Kendi kendimi yadırgamamaya çalışıp bağırıyorum. Kendi sesimi duymuyorum ama boğazımın ağrısından sesimin oldukça yüksek olduğunu anlıyorum: “Gülümsemek kadar kanıksanmış bir ibadet daha var mı?!”

Bu arada devriştiğim birkaç insan daha oluyor. Kayda değer diyaloglar geçmiyor. Cep Meydanı’ndan çıkıyorum. Arkamda ikiye bölünmüş bir kalabalık. Arkamda gülümseyen veya kahkaha atan. Arkamda küfür eden ve dizlerini oğcalayan. Arkamda içi içine sığmayan bir kalabalık. Bırakıyorum.

-

Klik. Some people like to rock / Some people like to roll. 07.23 AM. Şortumun uçları yeşil bir iple bacağıma bağlanmış durumda. Bilinçaltımızdaki ruhbanlar. Kaçınılmaz tekamül. Ev eşyalarının yerlerinde herhangi bir değişiklik yok. Vestiyerde Sao Tome ve Princip adalarına gönderilmek üzere yazılmış mektuplar var. İçerik dostça. Tavuk sote salondaki şekerliğin içine doldurulmuş. Oturuyorum başına. Vakit geçiriyorum. Ama aniden kalkıp gitmiyorum. Hızlı giden atın boku seyrek düşer. Bilinçleniyorum.

Tavuk soteden önce dişlerimi nitrogliserinle fırçalasam ama ateşle temasını önlesem orucum bozulur mu, diyordum. Şimdi ise koduğumun Amerikanları tüm TV kanallarını satın alsın istiyorum mu, diyorum.

Bilinçlenmem Fleury Merogis Cezaevi’nden yükselen birtakım aforizmalara kulak vermemi gerektiriyor. Birçok istahbarat birimi tarafından aranmamı. Isabella ile bir şeyleri kesinleştirmemizi, adını koymamızı. Gerektiriyor.

Bugün, Allah Allah, diyorum. Hayret ünlemi olarak. Buna aallaallaaa diyelim. Bisikletimden ayrılmadan bir banka hesabı kapattırıyorum. Marketten aldığım bir şişe kolayı bir çöpün dibine bırakıyorum. Onu bulan bir kağıt toplayıcısının sonsuz minnettarlığını düşünerek. Orta yaşlı bir insanın önünde bisikletten düşüyorum. Bana yardım ediyor. Onu tanrılaştırdığımı biliyorum. Onun hafsalasında sınanmaz bir yere sahip oluyorum.

Tavuk soteden önce -TV, bilgisayar- ekranlardaki böceklerin geçmesini beklerdim. Geçmezlerdi. Bugün teknolojik aletlerimin ekranında geberttiğim böceklerden bir biyolojik silah üretmeye başlıyorum.

Günler bitiyor. Ben her gece yatmadan önce kalıcı kar sınırı biraz daha düşmüş bir belde. “Servis beklemez, beklenir.” fikrini yıkmış şoförlere sahip bir belde. Paralel bir belde. Hayal ediyorum.

-

Klik. Sürüler içinde sürmeli koyun. 07.23 AM. Güneş karikatürize olmuş, hava güzel. Duvarların bittiği yerleri göremiyorum. Bilinçaltımızdaki kartonpiyer ustaları. Avucumdaki fındıklar arasında gözüme kestirdiğim en güzel fındıktan vazgeçtim. Botsvana’dan bir adaşım arıyor. Benle adaş olmaktan mutluluk duyduğunu söylüyor. Botsvana’da Kardeşler isimli bir bakkal açmayı öneriyor. Ama reddediyorum. Burada yapacak çok işim olduğunu hissettiğimi söylüyorum. “Eyvallah kardeeeş…” diyor, gevşekçe. Günler geçiyor.

-

Klik. Money Marker’in 15. saniyesi. 07.23 AM. Hiç çorabım kalmamış. Bir nebze daha bilinçlenip çoraplarımı ve başka birçok çamaşırımı kuru temizlemeye veriyorum. Günler geçecek. Sanayi Devrimi üstgeçidinin bir kolonuna “Vatansuzlar burayu terketsun.” yazılmış. Buradan bu beldedeki etnik grupların ideolojik yönelimleri hakkında fikirler ediniyorum, gibi bir cümle kurguluyorum. Güneşler batıyor.

Tavuk soteden önce bacaklarımdaki damarlar hakkında hiç beyin jimnastiği etmediğimi, düşünmemişken. Bugün sağ bacağımda daha fazla damar olduğunu düşünüyorum. Huzursuz bacak sendromu. Birkaç kıçıkırık alyuvara yeniliyorum.

-Fiiliyata tâbi olmak için ana yemeği bekle. Ama yemek geldiğinde kimseyi bekleme.
Cacığa un katarak bekliyorum.