Müzik

5 Haziran 2014 Perşembe

DEVLET HER DİLDE YALAN SÖYLER


Tarihte pek çok hikmet arayıcısı sürekli bir biçimde erdem/ahlak temelinde teşekkül ettirilmiş bir devletin arayıcısı olmuşlardır. Platon, Aristo ve Farabi bunlardan sadece bazılarıdır. Ama bu arayışlar ütopyalar da, fazıla’lar da gömülü kalmışlardır. İnsanlık geçirdiği uzun devirler sonunda bile halen erdemli/ahlaklı bir devleti vücuda getirebilmeyi başaramamıştır.

Yalan söylemeyecek ve aldatmayacak bir devlet var mıdır yeryüzünde? Yalan söyleyecek devletleri inşa ederken doğrunun sesi olacak devleti neden tesis edemez insan? Bu soruların cevaplarını “insan neden devlet kurar” sorusuyla karşılamak mümkün olabilir.

Koca Türkiye Cumhuriyet tarihi devletin halkına söylediği bir yalandan ibaret değil midir? Hatta bu yalanın geçmişini, dinin kurtuluş(!) savaşında bir manivela gibi kullanılmasına dek uzatabiliriz. İyi de devlet neden yalan söyler ki? Bedihidir ki her yalan bir gerçeği örtmek için vardır. O zaman sormalı, devletin yalanları neyi, hangi gerçeği örter? Bu yalın ve basit gerçek Türkiye Cumhuriyeti devletinin halkın iradesine göre şekillenmediği ve seksen yıldan beridir özümsenmediği gerçeğinden başkası değildir.

Bugün yaşadığımız tüm sorunlar aslında yukarıdaki çarpıcı gerçeğin türevleridirler. Darbeler, devlet ulusçuluğu/ırkçılığı, dini ve etnik baskılar, ekonomik sıkıntılar, işsizlikler ve daha birçok problem devletin temel yalanından neşet etmektedir.

O zaman tekrar soralım devletler neden yalan söylerler? Muhafazakârlar/koruyacak şeyi olanlar yalan söylerler. Muhafazakârlık zannedildiği gibi sadece sağcılığın bir sorunu değildir. Aksine her düşünce biçiminin karşılaşabileceği yapısal bir sorundur. Yalan burada devlet kazanımlarının(!) himaye edilmesi amacına matuf araçsallaşmış bir usuldür. Bu aracın devlet tarafından işlevsel hale dönüştürülmesi yalanın kutsal bir hüviyet kazanmasına da olanak sağlar. Ve her devletin bu minvalde nice kutsal yalanları mevcuttur.

Devletler bekalarını sağlayabilmek adına yalanı kurumsal bir formata dönüştürürler. Teşekkül ettirilen kimi kurumsal yapılar (tarih ve dil kurumları gibi) ile gerek tarih gerekse içinde yaşanılan zaman için çeşitli bilimsel disiplinlerden de faydalanılarak yeni teoriler ve tezler oluştururlar. Böylece sahte tarihler ve sahte karamanlar kurgulanmış olur. Zaten tarih bu anlamıyla bir ideoloji değil midir? Aslında her devlet gerçekliğin ötesinde bir kurgudur ve her devlet olması gerekenin basit bir taklididir. Yani olması gereken değil, nasıllığının hiç önemi olmayan sadece "olan"dır.

Devletler yalanı söyleyen, halklar ise yalana kananlardır. Bir devlet için en büyük korkulardan biri de nesneleştirilmiş halkın yalanları anlayıp idrak edecek zihni olgunluğa erişmesidir. Zira devletler sanal bir gerçeklik oluşturup halkı bu gerçeklik içinde oyalanmaya mahkûm ederler. Halk büyük gerçekten soyutlanmış bir akvaryum balığına dönüştürülmüştür. Bu dönüştürmeyi gerçekleştiren temel katalizör ise şüphesiz ki geçen yazımızda zikrettiğimiz sistemin eğitim felsefesidir.

Dolayısıyla bir devletin en büyük kâbusu akvaryum balığına dönüştürülmüş halkın, oluşturulan sanal gerçekliğin farkına varmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu kâbusu görmeye başlamıştır artık. Halk kendisine balık muamelesinin yapılmasını hazmetmemeye ve sanal gerçekliklere de hiç itibar etmemeye başlamıştır.

Peki, bu kâbusu görmesine rağmen devlet ne yapıyor dersiniz? Yeni akvaryumlar ve yeni sanal gerçeklikler inşa etmeye çalışıyor. İşte size demokratik açılım… Gerçek gibi görünen ama tamamen simülatif bir olgu. Kürtlerin yaşadıklarına ve istemlerine dair söylenmiş koca bir yalan işlevi görüyor demokratik açılım. Berivan adlı bir çocuk slogan ve taş attığı(!) için yedi buçuk sene ceza alıyorsa, üç bini aşkın çocuk cezalandırılmayı bekliyorsa, Kürt siyasetçileri bir sürek avına tabi tutuluyorsa ve Kürtlerin haklarına dair her şey veriliyormuş gibi yapılıp aslında hiçbir şey verilmiyorsa ortada büyük bir yalanın olduğu kesinleşmiştir.

Yalanını yalan ile örtmeye çabalamak devletlerin başka bir refleksidir. Hatırlatalım o zaman ne diyordu Nietzsche:

“Ama devlet, iyiyi ve kötüyü anlatan bütün dillerde yalan söyler ve konuştukları hep yalandır ve neyi varsa çalıntıdır.”

“Ancak devletin bittiği yerde başlar fazlalık olmayan insan. Biricik ve yeri doldurulmaz olanın, gerekli olanın şarkısı ilk kez orada başlar.”