Anlatılan Benim Hikayem
Dindar muhafazakar bir ailede büyüdüm. Yatılı okullara gönderildim daha küçücükken. Yedi yaşlarında kör bir çocuktum. Kör çocuk olmak, modern zamanlarda hem sakat hem çocuk olma yükünü taşımak...
Bunun ne demek olduğunu sen bilemezsin. Bana ahkam kesme sakın. Bırak anlatayım. Okula ilk gittiğim gün babam beni orada bırakıp gitti. Tıpkı diğer küçük arkadaşlarım gibi...
Babaları onlara "Ceket almaya gidiyorum“ diyerek gittiler ve aylarca görünmediler. Ben ise babam giderken "Acaba döner mi?“ diye düşünemiyordum. Okul hapishanesini çok sonra anlayacaktım. İlk öğle yemeğinde verilen lahmacunu geri çıkarttım. Çünkü yabancıydı her şey bana. Kokular, gürültü, beton sütunlar...
Her şey yabancıydı anlıyor musun? Annesinden koparılan, evinden çıkartılan ve sevgili gardiyanlarının, yani öğretmenlerinin kollarına bırakılan bir çocuk için yabancıydı her şey. Artık sizin ananız babanız yok. Sizin ananız, babanız, "Allah'ınız biziz" diyen öğretmenlerimin benim için her şey olabileceklerini duyuyordum damarlarımda. Harflerin noktalama işaretlerini ezberlemediğimden çok dayak yedim. Saymıyorum bunları. Ailemden sirayet eden geleneklerden söz ettiğimde çok tokat atıldı; bana, biliyor musun?
Sınıfta bir Atatürk köşesi vardı. Zira kafalar Atatürk köşeliymiş. Öğrenecektim, el yordamıyla buluyordum yolumu, elim ona çarptıkça düşüyordu zatı muhteremin kafası yere. O düştükçe öğretmen sövüyor, tekme tokat dövüyordu beni azizim anlıyor musun?
Dövüyor sövüyordu. Atatürk, düşmanı yurttan kovan adamdı. Atatürk, bizi yoktan var eden, sıfırdan bir vatan kuran, kurtarandı üstelik. Çocuk zihnimde Allah ve Atatürk çatışmaya başlıyordu. Babamın bana her şeyi Allah yarattı, öğretmenimin bana her şeyi Atatürk yarattı sözleri, söylemleri birbirine girmişti.
Okuldaki Ömer ve evdeki Ömer başkalaşıyor, birbirlerini boğazlıyorlardı.
Evde başka okulda başka olmaya zorlanmıştık. Böyle icap ettiriyordu yaşamak ve o yaşama kurulan kumpas. Kocaman Allah'ı çocukların kalbine sokmaya kalıkışanlarla, kocaman Atatürk'ü kafamıza sokmaya çalışanların çocuk kurbanlarıydık anlıyor musun bilader? Anlıyor musun? Anlayamazsın.
Kör çocukların kışla ve hapishanesi okulllar onları dizayn etme yerleridirler. Toplama kampındaki o büyük kapatılma hala düşlerime gelir biliyor musun? Hep rüyamda görürüm aziz ve muhterem öğretmenleri. Kah müdür odasında dayak yereken kah sınıfta aşağılanırken görürüm kendimi. Ürpertilerle uyanırım, uyandıkça sevinirim anlıyor musun? Uyandıkça sevinirim otuz küsür yaşlarımda okul hapishanesinde olmasam da. Hoş, dünya hapishanesinde hep suçluyduk ve hem gardiyan hem mahkum olacaktık, geç farkına varmıştım. Ama kavradım şükür.
Orta okulda dolabımdan vaaz kaseti çıktı diye damgalandım ve yargılandım disiplin kurullarında. Sen aşklarından yargılanırken ben inançlarımdan yargılandım çocuk yaşımda. Sorguya çekilip aşağılandım duyuyor musun?
Aşağılandım, aşağılanmadığım zamanlarda şaşkınlığa düşer, şüphe ederdim kendimden. Kurul kararıyla sınıfta bırakıldım biliyor muydun?
Bir sene tekrar ettirildim. Beni damgalayanların matematiği, ingilizcesi ağır geliyordu. Kurullar bizim gibileri mahkum ediyor, sınıfta bırakıyorlardı. Beni şekillendiren, kategorikleştiren bu sistemi asla onaylamayacağımı anlıyordum sonra. Asla istenen adam olamayacağımı da...
İçimdeki tanrı ve şeytandan kuzaklaşamayacağımı, kendi şeytanım ve içimdeki tanrıyla bu dünyaya direnebileceğimi anlayacaktım aileme, toplumuma, sana ve devlete inat.
Kürt komşularımız vardı. İlk oyunlarımı aynı bahçede kürt çocuklarıyla oynamaya başladım. Kör çocuklar sevilmezler biliyor musun? Sevilemezler, lanetlidir onlar ve içlerinde şeytanlar cirit atmaktadırlar. İlk aşkım bir kürt kızı oldu. Adı Ayzer. Benden büyüktü, ablaydı Ayzer ve hep büyük ablalara hayrandım. Birgün oyunun en can alıcı yerinde kulağına ben seni alacağım deyivermiştim. Hep can alıcı sahnede söz vermedikleri halde söz alan biri olup çıktım sonra. Sözümün gücüne inandım anlıyor musun? Gücün sözünden tiksindim. Sana olan öfkem de bundandır. Söze sağır kesilmişsin, güce ve bağıranlara tapınıyorsun. Kendini çok bağıranlara göre konumlandırıyorsun. Velhasıl güzel kardeşim, Ayzer çok sonra dağa gitmiş, orada da vurulmuş. Yıllar sonra öğrenecektim. Neden Atatürk'ü kafamıza soktuklarını anlayacak, isyan edecektim. Sessiz ve derinden isyanlarla sarsılacaktım. Defalarca intihara sarılmaya meylettim. Sonra "Dur!“ dedi içimdeki tanrı "yaşaman lazım“. Bir vakit geldi anladım ki, tanrım haklıymış. İçimizdeki tanrıyı boğmaya çalışan tanrı karşıtlarıyla sarılıp kuşatılmış bu dünya. Üstümüzde tanrı inşa edenlerle, tanrısızlık adına içimizdeki tanrıya düşman olanlar aynı soydan geliyorlardı. Sonunda acı çektim, acıya direndim. Atatürk köşesi, aşkım kürt kızı Ayzer, inançlarım ve isyanım.
Evet aziz muhterem, inançlarım ve isyanım. Şimdi "Ne mutlu türküm!“ diyemediğim için, ant içerken son ifadeleri unuttuğum için bir öğlen yemeğinden yoksun kalışım ve yediğim onca tokat için sana geri iadede bulunmam gerekiyor. Şimdilerde tutuşuyorsun, çünkü benim ve kürt aşkım Ayzer'in üzerinde kurduğun tapınağın çöküyor, karizman dağlıyor. Bize dayattığın tek toplumun temel direkleri yıkılıyor. Tedirginsin. Seni anlayabiliyorum biliyor musun?
Ben cahil, ben mürteci gerici yobaz, ben kabile çocuğu dağlı, seni anlayabiliyorum. Benimle konuşabilirsin. Hür ve eşit bir düzlemde gel hesaplaşalım. Gel helalleşalım. Sen bana ettiğinden, attığın tokatlardan vazgeç. Ben sana büyüttüğüm öfkemi içimden söküp atayım. Kürt Ayzer'in ölümü anlam kazansın. Başka bir hayatın kapısını açsın binlerce ölen Kürt genci. Onlara minnet borcumuzu ödeyelim başka bir dünya kurarak ve artık vazgeç beni kendin gibi yapma sevdasından, beni varlığına armağan görmekten, beni ben olmaktan alıkoymaktan vazgeç. Ha bir de, doksan yıldır üstümüze tapınak yaptığın o evi boşalt. Yakında yıkılacak duvarları çok kötü çatlamış, o evde oturamazsın artık ve dünya hepimizin evidir. Şöyle bağlamak istersem, senin feryat edişini ve sana eşlik eden beyazlar korosunu duyumsamak mümkün. Ama boşuna. Hayatın akışını engelleyemezsin. Ertelersin ama engelleyemezsin. Annemi başörtüsü nedeniyle dilenci olarak aşağılamaktan, mahalle baskısından dem vurup mahalle baskıcılığına dayanan hayat tarzından, Kürdistan'dan gelenleri"Hindistan'dan mı geldiniz" diye aşağılamaktan kurtul artık.
Biz bu ülkede insan statüsü kazanamamışken, daha insan olarak kendi inanç ve dilimizle varolamazken, büyük teorilerden, politik muhalefet icatlarından sözetme. Önce gel bu devletin temellerini yıkalım. Üstümüzde kurulu devletin sütunlarını indirelim. herkes özgür kalsın. Bırak başka diller, inançlar kendini yaşasın. Senden başkalarıda var anla bunu. Dünya sana bir tapuyla bağlanamaz. Son sözlerim şu sana ey sevgili beyaz türk çok bilmiş solcu, büyük teorisyen endişeli modernim benim. Ben kürtlerle, müslümanlarla, alevilerle, eşcinselllerle, kimliksiz kimliklerle bir dünya kurmaktan yanayım. Celladına aşk duyanlardan, tektipçi toplum mühendisinden, her koldan bizi kuşatan anlayışlardan bıkıp usandım.
Boşu boşuna yorulma, zahmet buyurma, ben kendimi yaratabilir, yaşatabilirim. Elini dilini benden ve senin gibi olmayanlardan çek. Bayat klişelerle itirazlarla gelme bana, kimliğinle gelme bana, politik cambazlıklarınla, sloganlarınla, endişeli beyaz türk triplerinle gelme bana ve sen solcu kardeşim, milliyetçilik karşıtı olup, inançlara sırf senin gibi olmadıkları için başka düşlere aşklara saygı duy. Herkes aynı parfümden kokmak zorunda değil. Aynı hipnoz etkisinde olmak istemeyenlerde olabilir. Aşkın ve erdemin, isyanın ve düşlerin dünyasını kurmak, bütün tarihin içinde akıp duran devrim ve dönüşüm öznelerinin varoluşu gereğidir.
Anla bunu, bil, duyumsa ve yaşa.